logo

Sitemize hoşgeldiniz.
Tarih: 03-19-2024
Saat: 11:25

Mevlana Celaleddin-i Rumi

Gel, Gel, Ne Olursan Ol Yine Gel,İster Kafir, İster Mecusi, İster Puta Tapan Ol Yine Gel,Bizim Dergahımız, Umitsizlik Dergahı Değildir,Yüz Kere Tövbeni Bozmuş Olsan Da Yine Gel.
Site Map Contacts anasayfa

Üye Panelİ

Anket

    • SİTEMİZDEN FAYDALANABİLDİNİZMİ?

      View Results

      Yükleniyor ... Yükleniyor ...
  • Etİketler

    REKLAM

    KONYA

    Bilgileriniz sistemimize kaydedilmektedir.

    page counter MEVLANA MUZESI'nin 3D Sanal Turu; Mevlana Muzesi - 3D Sanal Tur

    TAKVİM

    Mart 2024
    P S Ç P C C P
     123
    45678910
    11121314151617
    18192021222324
    25262728293031

    POPÜler YAZILAR

    SON YORUMLAR

    ARŞİVLER

    yazarYazar: admin | tarihTarih: 14 Kasım 2010 / 19:40

    Mektubat (Mevlana);

    Mektubat (مکتوبات) veya Mekatib (Farsça: مکاتیب), mektuplar anlamına gelen bu eser Mevlana‘nın dost ve akrabalarına, özelliklede Selçuklu emir ve vezirlerine nasihat için yazdığı 147 adet mektuptan oluşur. Mevlana’nın ölümünden sonra, mektuplar biraraya getirilmiş ve bu esere de Mektûbât veya Mekatib adı verilmiştir.

    Mektupların dördü Arapça diğerleri ise Farsça olarak yazılmıştır. Mektup yazma geleneği, İran ve Arap edebiyatlarında edebi bir tür olarak kullanılmasına rağmen, mektuplar edebi biçimde değil konuşma dilinde yazmıştır. Mektuplarında “kulunuz, bendeniz” gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflarla hitap etmiştir.

    Mevlâna’nın mektuplarını 1937 yılında ilk kez Prof.Dr. F. Nâfiz Uzluk yayınlamıştır. İran’da ise 1956 yılında bu eserden yararlanan Yusuf Cemşid tarafından yayınlanmıştır.

    Türkçe çevirisi, Abdülbaki Gölpınarlı tarafından altı yazma nüshası değerlendirilerek karşılaştırmalı olarak tercüme edilmiş ve 1963 yılında İstanbul’da yayınlanmıştır.

    Mecalis-i Seb’a;

    Mecalis-i Seb’a, Mevlana‘nın 7 vaazının bulunduğu eserdir. Aslı Türkçe olmasına rağmen daha sonra Farsça’ya çevrilmiştir. Eserde insan, Allah, varlık konuları işlenmiştir. Terim Türkçe’ye çevrildiğinde Yediler Meclisi anlamına gelir.

    Mevlana’nın yedi öğüdü şunlardır:

    1) Cömertlik ve yardım etmekte akarsu gibi ol.

    2) Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.

    3) Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol.

    4) Hiddet ve asabiyete ölü gibi ol.

    5) Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.

    6) Hoşgörülükte deniz gibi ol.

    7) Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.

    Fihi Ma-Fih;

    Fihi ma fih, (İng:In It What’s in It, Arapça:Fîhi Mâ Fihi) “Onun içindeki içindedir” manasına gelmektedir. Anlam karşılığı ise “ne varsa onun içinde var”, “ne varsa onda var” olarak sayılabilir. Mevlana’nın bir eseri. Bu eser Mevlânâ’nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane‘ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde Mevlana’nın düşünüşü, dünya görüşü, devrini bildirişi, din ve insanlık hakkındaki düşünüşleri, anlatılır. Cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.

    Bu esere “fihi ma fih” isminin hangi maksatla verildiğini kesin bir tarzda söylemek doğru olmaz; fakat “içinde olması gereken şeyler buradadır” manasının kasdedilmiş olabileceği ihtimalini düşünebiliriz.

    Fihi ma fih, ilk defa Türkçeye Ahmet Avni Konuk (18681938) tarafından tercüme edilmiştir.

    Dr. Selçuk Eraydın tarafından hazırlanmış bir baskısı İz Yayınları tarafından yayınlanmıştır.

    Divan-ı Kebir;

    Divan-ı Kebir (Büyük Divan) Mevlana Celaleddin Rumi’nin söylediği ilahi aşk şiirlerinden oluşan, 44 bin 8 yüz 34 beyitlik (rubai beyitleri ile birlikte yaklaşık 50 bin beyit) nazım bir eserdir. Mevlana’nın Âşıklar Divanım biçiminde adlandırdığı eser aynı zamanda Şems Divanı, Divan-ı Şems-i Tebrizi olarak da anılmaktadır. İslam edebiyatında divanların, şairlerinin isimleri ile anılması geleneğine ters düşen bu son adlandırma; Mevlana’nın gazellerinin sonunda kendi adı yerine (birkaç istisna dışında) her zaman Şems-i Tebrizi adını kullanmasından kaynaklanmaktadır.

    Eser, Horasan ilinin halk Farsçası ile yazılmıştır. Yek avaz gazellerden oluşur.

    Mevlana bu gazellerinde, “Şems (güneş) başta olmak üzere, bağ-bahçe, gül-bülbül, âşık-mâşûk, deniz-damla, mey-sâkî gibi sembollerle ilâhî aşkı hep ön plânda tutmakta; Mesnevî’sinde olduğu gibi Allah’a kavuşmadan gönlünün huzur bulamayacağını, ilâhî aşkı yazmada aciz kalıp kaleminin kırıldığını, bu dünyanın bir balçıktan ibaret olduğunu, çok yemenin menzile ulaşmada engel teşkil ettiğini, aşkın akla olan üstünlük ve yüceliğini, nefsin kötülüğünü, miskin miskin oturan insanların bu tembellikleriyle maksada (ilâhî aşk) ulaşamayacaklarını, gecelerin uyumakla değil de aşk ve ibadetle geçirilmesi gerektiğini”[1] vurgulayarak şiirlerini didaktik bir üslupla söylemektedir. Bazı şiirlerinde de gazelin ruhundan farklı olarak sosyal konulara girer; rüşvet yiyen kadıları eleştirir; yalancı şeyhleri, yobaz bilginleri menfaatçi ve aşağılık olarak nitelendirir; pazar yerlerinden, düğün adetlerinden, sokakta oynayan çocuklardan, zulmete direnişten, özgürlükten bahseder[1].

    Mesnevi / Mesnevî-i Manevî (Mevlânâ);

    Mesnevî ya da Mesnevî-i Manevî (Farsça: مثنوی معنوی), Mevlânâ Celâleddin Rumî’nin altı ciltlik Farsça eseri. Mesnevî, doğu klasik edebiyatında, uyakça müstakil beyitlerinin ikişer mısraı kafiyeli bir şiir tarzıdır ve muhtelif şairlerin neşrettikleri birer ‘Mesnevî’ vardır. Yalnız, Mevlânâ Celâleddin Rumî’nin çağından beri, Mesnevî dendiği zaman bu kitap olduğu anlaşılıyor.[1]

    Yazımına 656 yılından evvel başlanılan eser, Divan-ı Kebir ile birlikte Mevlânâ külliyatının ekseriyetini teşkil eder. Mevlânâ’nın “Birlik Dükkânı” addettiği Mesnevî, içinde Hint, İran, Yunan, Roma mitolojisi; Yaradılış Destanı, erenlerin kıssaları, âşık masalları, halk öyküleri barındıran; “dünya cenneti”nde insan hürriyetinin anahtarlarını ardışık öyküler içinde vermeyi gaye edinmiş bir eserdir.

    Mesnevi’yi Hüsameddin Çelebi‘nin isteği üzerine yazmıştır. Katibi Hüsameddin Çelebi’nin söylediğine göre, Mevlana, Mesnevi beyitlerini Meram’da gezerken, otururken, yürürken, hatta semâ ederken söylermiş. Çelebi Hüsameddin de yazarmış. Eserin yazılmaya başlanması da enteresandır. Bir gün Mevlâna’nın dostu ve halifesi Hüsâmeddin Çelebi; Hakîm Senâî’nin Hadikatü’l-Hakîka ve Ferîdüddîn-i Attâr’ın Mantıku’t-Tayr gibi eserleri­nin büyük şöhret bulduğunu, insanların bu eserleri zevkle okuduklarını, Mevlâna’nın da böyle bir eser yazması ve bu eserin hem insanlara faydalı olması, hem de Mevlâna’dan hatıra kalması arzusunu dile getirir. Mevlâna, Hüsâmeddin Çelebi’den önce bu il­hamı almıştır; sarığının kıvrımları içinden Mesnevî’nin ilk on sekiz beytinin yazılı olduğu kâğıdı çıkarır, Çelebi’ye verir. Eserin yazılmasına böylece başlanır. Artık Mevlâna yolda yürürken, sema hâlindeyken, ha­mamda otururken, her an ve her durumda Mesnevî beyitlerini söylüyor; Hüsâmeddin Çelebi de yazıyor­du. Mevlâna akşam söylemeye başlıyor, gün ağarıncaya kadar devam ediyor, Çelebi de şevkle yazıyordu, ilk cilt bittikten sonra Hüsâmeddin Çele­bi’nin eşi ölür, iki yıl Mesnevî’ye ara verilir. 1264’de yazmaya yeniden başlarlar.

    Her cilt tamamlanınca Hüsameddin Çelebi, yüksek sesle Mevlâna’ya okumuş, beyitleri birlikte gözden geçi­rerek düzeltmişlerdir. Mevlâna kendisine ilham ve teşvik kay­nağı olan, bu eserin yazılmasında fedakârca hizmet eden sadık dostunu; Mesnevî’nin her cildinin ön sö­zünde derin bir samimiyetle över, onun şahsiyetindeki olgunluk ve güzelliği dile getirir, hatta altıncı cildin başında eserine Hüsâmî-nâme adını verdiğini söyler.

    Böylece yaklaşık olarak 1259–1268 tarihleri arasında yazılan Mesnevî altı ciltlik dev bir eser olur. Beyit sayısı değişik nüshalarda farklı olmasına rağ­men 25 600 civarındadır. Eser; aruz vezninin; “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır.

    Mesnevî; çok yönlü, zengin bir eserdir. Muhtevasında; tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf, tarih, tıp gibi ilimlere ait konular, zamanın örf ve âdetlerine dair bilgi ve birçok hikâye mevcuttur. Bazı hikâyeler; Kelîle ve Dimne, Ferîdüddîn-i Attâr’ın Esrâr-Nâme ve İlâhî-Nâme’si, Salebî’nin Kısasu’l-Enbiyâ’sı, Gazzâlî’nin İhyâu Ulûmi’d-Dîn’i, Şems’in Makâlât’ı gibi eserler­den alınmıştır. Az sayıda hikâye de halk arasında söylenilen anonim türdendir.

    Mevlâna, bu eserde; gerçek bir rehber olarak iyi ve kötü, doğru ve yanlış karşılaştırması ile sebep-sonuç ilişkisi içinde eğitici niteliğini gösterir. Bu mukayeseler; melek-şeytan, adalet-zulüm, alçak gönüllülük-kibir, doğruluk-hile ve yalan, cömertlik-cimrilik, çalışmak-tembellik, kanaat-hırs, başkalarının kusurlarıyla uğraşmak-hoşgörü, öfke/acele-sabır gibi onlarca konuya dairdir.

    Mesnevi’nin dili Farsça‘dır. Halen Mevlana Müzesi‘nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunulan en eski Mesnevi nüshasına göre beyit sayısı 25.619 dir.

    İlk 18 beyit

    Mevlânâ tarafından bizzat yazıldığı için, Mesnevî’nin ilk on sekiz beytine Mevlevîler pek büyük bir ehemmiyet veririler.[4] Aşağıdaki, Türkçe’de Mesnevî’nin önemli şarihlerinden biri sayılan Abdülbaki Gölpınarlı‘nın tercümesiyle Mesnevî’nin Mevlevîlerce eserin bir tür özetini teşkil eden bu ilk on sekiz beytidir:

    Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor; ayrılıkları nasıl anlatıyor.Diyor ki: Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımla erkek de ağlayıp inlemiştir, kadın da.Ayrılıktan parça parça olmuş bir gönül isterim ki iştiyak derdini anlatayım ona.

    Aslından uzak kalan kişi, buluşma zamanını arar durur.

    Ben her toplulukta ağladım, inledim; iyi hallilerle de eş oldum, kötü hallilerle de.

    Herkes kendi zannınca dost oldu bana; İçimdeki sırlarımı ise kimse aramadı.

    Benim sırrım, feryâdımdan uzak değil; fakat gözde, kulakta o ışık yok.

    Beden candan, can da bedenden gizli değil; fakat kimseye Cânı görmeye izin yok.

    Ateştir neyin bu sesi, yel değil. Kimde bu ateş yok ise, yok olsun o kişi.

    Aşk ateşidir ki neye düştü; aşk coşkunluğudur ki şaraba düştü.

    Ney, bir dosttan ayrılana eştir, dosttur; perdeleri, perdemizi yırttı-gitti.

    Ney, kanlarla dolu bir yolun sözünü etmede; Mecnun’un aşk hikâyelerini anlatmada.

    Ney gibi bir zehri, ney gibi bir panzehri kim gördü? Ney gibi bir solukdaşı, bir iştiyak çekeni kim gördü?

    Bu aklın mahremi, akılsızdan başkası değildir; dile de kulaktan başka müşteri yoktur.

    Gamımızla günler geçti, akşamlar oldu; günler yanışlarla yoldaş kesildi de yandı-gitti.

    Günler geçip gittiyse, de ki: Geçin gidin, pervamız yok. Sen kal ey dost, temizlikte sana benzer yok.

    Balıktan başka herkes suya kandı, rızkı olmayanın da günü uzadıkça uzadı.

    Ham, pişkin, olgun kişinin hâlini hiç mi, hiç anlayamaz; Öyleyse sözü kısa kesmek gerek vesselâm.

     
     
    Hiç yorum yapılmamış!
    İlk yorumu neden sen yapmıyorsun?

    YORUM YAP

    İsim:
    Email:
    Site:
    Yorum: